Ben ne dedeme ne de babama o kadar ağladım!

Tayfur Özkaynak'la siyasi yaşamından, yurtdışındaki yaşamına kadar birçok konuyu konuştuk. Bütün sorularımıza da içten ve samimi yanıtlar aldık.

SÖYLEŞİ: GÖKÇE K. KAHRAMAN

Özkaynak soyadı birçok Elazığlıya tanıdık gelecektir. Tayfur Özkaynak profesyonel iş hayatını yurtdışında sürdüren başarılı iş adamlarımızdan biri. Ailesiyle birlikte Kanada'da yaşayan Özkaynak, kendisini yurtdışında yaşıyor olarak görmüyor. Çünkü birçok ülkede ticaret yapmasına rağmen Elazığ sevdasını, Elazığ'daki anıları hep canlı tutmuş. Seyahat etmek ise vazgeçilmezi. Özkaynak'la siyasi yaşamından, yurtdışındaki yaşamına kadar birçok konuyu konuştuk. Bütün sorularımıza da içten ve samimi yanıtlar aldık.

Sizi tanıyabilir miyiz? Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

1964 Diyarbakır doğumluyum. Babam rahmetli Yüksel Özkaynak ilk çalışma hayatına Diyarbakır'da, Devlet Su İşlerinde Ziraat yüksek Mühendisi olarak göreve başlıyor ve ben orada doğuyorum. Babam Elazığ su işlerine tayin oluyor ve Elazığ'a taşınıyoruz. Ben henüz 2 yaşımdayım. İlkokul, ortaokul, lise eğitimimi Elazığ'da tamamladım. Lise son sınıf öğrencisiyken özellikle 12 eylül öncesi olayların çok yoğun olduğu dönemler geçirdik ve bayağı bir baskıya maruz kaldık. Mesela 'Bu dergiyi satın alacaksın, şu gün şu saatte şu derneğin toplantılarına geleceksin' deniliyordu. Ben yapmam ,bu dergiyi satın almam dedim. Para topluyorlardı. Cezaevindeki arkadaşlarımıza para vereceksiniz diyerek haraç alıyorlardı yani. Hayır yapmam dedim, yapmayacağım dedim, birkaç arkadaş beraberdik ve kavga gürültü bizi okuldan sürdüler. Okul yönetimi de o grubun insanlarıydı diyelim ve ben Palu lisesine gittim ve liseyi orada bitirdim. Palu'ya sürgün edildik yani. Seç dediler daha doğrusu nereye gitmek istersin, sizi oraya gönderelim. Keban mı? Sivrice mi? Biz Palu'yu tercih ettik. Dedemin nüfus cüzdanında Harput Camikebir Mahallesi yazar. Harput'un merkez mahallesi. Bunu neden söylüyorum, Elazığ'da kendi şehrimde, şehirliyiz güya ancak, ben Elazığ'da eğitimimi tamamlayamadım.

'Hayatımda benim için bir dönüm noktasıydı' dediğiniz olay neydi?

Dedem Ahmet Çitçi, ordudan ayrılmış emekli bir subaydır. Daha doğrusu ordudan zorla emekliye ayrılmış. Albay olacakken, yapılmıyor. Emekli binbaşı. Sırf namaz kıldığı için dindar olduğu için bu durumu yaşıyor. Ben dedemin büyük torunuyum. Dedem benimde subay olmamı istiyordu. Beni orduya asker yapmak için teşvik etti. Bizde gittik kara harp okulunun imtihanlarına girdik ama ben hiç istemiyorum. İmtihanları kazandık ve her şey tamam gibi görünüyordu. Ananemle beraber gitmiştim imtihanlara. Daha sonra son sağlık testleri falan yapıldı .Sonrasında ne olduğunu anlamadan birden dosyalara pat pat damgaları vurdular. İptal. Damgaları vurdular işin bitti dediler sen git. Ben ne olduğunu bile anlamadım. Hayır nedir bunlar diye soruda soramazsın. Karşında yüzbaşı doktor. Çekinerek sordum nedir bu? Sen işte fıtıksın bilmem nesin. Saçma sapan şeyler. Senin başvuruların reddedildi, hiçbir hakkın yok, hiçbir şansın yok denildi. Ankara'da, Ankara'da Kara Harp Okulundayız. Annem dışarda bekliyor. Çıktım dışarıya annem olanları duyunca çok üzüldü ve ağlamaya başladı. Bu olayın ardından annemle birlikte Nihat paşaya gittik. Nihat İlhan paşa. Kıbrıs'ta eşi ve çocuğu şehit olan paşa. Nihat paşa dedemle akraba oluyor. Kendisi o zaman general doktor. Kara kuvvetlerinde sağlık daire başkanıydı. Gittik akşam evinde oturduk, olayı anlattık. Nihat paşa bunun üzerine siz dedi çocuk musunuz kızım kendi fotoğrafını neden başörtülü koyuyorsun oraya? Ablanın Filiz'in resmini koysaydın ya oraya. Niye kendi resmini koyuyorsun, bu yüzden işte dedi bunu bahane ederek sizi elemişler. Annem ağlıyor ama ben böyle içimden seviniyorum. Asker subay hatta memurluk gibi aklımda hiçbir planımda yok. Hatta nefret eder gibiyim. Ben içimde mutluyum ama görünürde bende üzülüyorum tabi. Bu yaşadığım olayda benim için hayatımda bir dönüm noktasıydı.

Peki sonrasında neler oldu? Eğitim hayatınız nasıl şekillendi?

1980 öncesi dönem yani üniversiteye girmeden önceki o dönemler gerçekten hayatımızda karanlık, ne yapılacağının belli olmadığı, hedeflerin olmadığı karmakarışık bir ortamdı. Herkes bir şekilde güya mücadele ediyor, ülkeyi vatanı kurtarıyoruz. Kurtarılmış bölgeler var. Sağcılar burada solcular orda. Biz de Akıncılarız. Okullar üniversiteler her yer bölünmüş. Herkes vatan kurtarıyor. Hatta bizlerde duvarlara yazılar yazıyoruz. Mitingler...Bayağı bir işlerin içindeyiz yani. Ama biz öyle silah milah o işlere hiç girmedik. Ben hatta 17 yaşındaydım. Rahmetli Necmettin Erbakan hocanın 1980 öncesi senato seçimlerinde seçim otobüsünde 11 tane gençtik. Erbakan hocanın hem korumalığını hem de miting alanının hazırlanması ses düzenini biz yapıyorduk.20-22 gün beraber gezdik. Orta Anadolu'da, batıda, Doğu Anadolu'da. Böyle karışık bir dönem sonrası 1980'de ihtilal oldu. Kenan Evren paşa diyelim düdük çaldı ve herkes böyle bir aptallaştı. Oyun durdu yani top nerede, hakem nerede hiçbir şey belli değildi. Herkes koşturuyordu. Böyle bir ortamda baktık ki İbrahim Taşel hoca bir dershane açmış. İstanbul Dershanesi. Adını da İstanbul koymuş. Hedefte gösteriyor. Trabzon dershanesi değil Maraş veya Ankara değil. İstanbul dershanesi. İstanbul dershanesine başladık. İnanın biz o zaman toplam ortaokulda lise de aldığımız eğitimin tamamını diyelim yani alamadığımız eğitimin bize orda 3,5 ayda çok güzel ve pratik bir şekilde ,çok zekice verildi. Gerçekten bunu yad ediyorum, hatırlıyorum kendilerini sağolsunlar. Biz o dönem hemen bir şekilde üniversiteye girdik. Benim birinci hedefim gazetecilikti. Fakat gazetecilik o zaman çok yüksek puanla alıyordu. Nedenini de bilmiyorum. Hukuk fakültesinin üzerinde bir puanla alıyordu. Ben bir tek soruyla hukuku kaçırmıştım. Edebiyat- Coğrafyaya da en yüksek puanla girdim. Coğrafyaya girince ben bir daha okul değiştirmedim. Bir çok arkadaşım bunu yaptı. Bir daha sınava gir dediler. Ancak, ben hiç onlarla uğraşmadım. Benim derdim zaten öğretmenlik memurluk falan değildi hatta nefret ediyorum. Ben İstanbul'da ticaret bakıyorum. Bir şeyler yapıyorum süreli. İki tane işim vardı. Akşam Laleli'de tezgah açıyordum. Gündüz ise yayın evinde çalışıyordum .Sürekli işlerim vardı. Üniversite hayatımda da sürekli çalıştım. Özellikle yayın evlerin de çok çalıştım. Hatta babamın bana gönderdiği paraları biriktirip bir zarfa koyardım. Bayrama gittiğimde babama götürür verirdim. Babam bu nedir derdi? Bende senin gönderdiğin paralar .İhtiyacım yok ben çalışıyorum derdim. Yani üniversite yıllarımız hep çalışarak geçti. Bu konuda da kimse şunu şöyle yap demedi, ne bir amcamız ne bir yakınımız. Babam zaten memur ol diyordu. Devlette görev al. Hep böyle yönlendiriyorlar. Bize hiç ticaret yap, böyle yaparsan bunlar sana tecrübe kazandırır diyende yoktu. Bu da böyle kader diyelim

Bize babanızdan bahsedebilir misiniz?

Babamdan mutlaka bahsetmek isterim. Babam Yüksel Özkaynak Elazığ'da İslam davasına sosyal anlamda cemiyetleşerek hizmet etmiş ilk ve önemli şahsiyetlerden birisidir. İlk kuran kişidir diyebiliriz. Kendisi din hocası da değil bu arada. Mühendis. Babam Diyarbakır'da göreve başlıyor. Diyarbakır'daki müdürü Recai Kutan. Bugün hala yaşıyor. Babamın şefide Fehim Adak. Fehim Adak bilirsiniz Selamet Partisinde bakanlık yaptı. Yeri gelmişken babamın Fehim Adak'la beraber İslam’’a yakınlaşmasına sebep olan olayı anlatacağım, günümüzle de alakalı bir olay. Ahlakla alakalı bir olay. Babam bu olayı hep anlatırdı. Babam Fehim Adak ve Recai Kutan'ı izliyor. O dönemler babam genç bir mühendis.24-25 yaslarında. Kutan ve Adak çok başarılılar, çok çalışkanlar. Namaz kılıyorlar. Babam o dönemler arasıra içkide kullanıyor. Babam bu kişileri çok taktir ediyor, çok kibarlar, çok beyefendiler ama dindarlar. Hatta kavgaları oluyor zaman zaman babam hızlı bir Atatürkçü. Tartışmaları da oluyormuş yani. Daha sonra bir çok olayın yanında yaşadığı bir olay hayatının değişmesine neden oluyor. Gap projesi çerçevesinde bir çok yeri geziyorlar .Köy köy, kasaba kasaba. Barajın yapılacağı yerleri. Atatürk barajının yapımı da o zamanlar başlıyor. Fehim Adak Mardin'li. Akşam saatlerine kadar Fehim Adak'ın köyünde çalışmalar yapıyorlar. İşleri bitince Mardin'e dönecekler. Makam şoförü, fehim bey ve babam akşam çalışma bitiminde köy meydanında nefesleniyorlar, çay içiyorlar. Fehim beyin babası o arabayla beraber şehire gelmek istiyor. Mardin'deki diğer çocuklarının yanına gitmek istiyormuş. Oğluna beni de şehire kadar bırakın demiş. Araba devletin arabası ve 3-4 adet koltuk var. Zamanın Amerikan cipleri. Marshall yardımıyla gelmiş ya Türkiye'ye. Fehim Adak babasının bu isteği karşısında onu kenara çekiyor ve diyor ki babacığım bu devletin arabası sen buna binemezsin, kusura bakma .Babasını devletin arabasına bindirmiyor. Bu olay üzerine babamda şimşekler çakmaya başlıyor. Biz buna hal ile tebliğ diyoruz. Onlarda babama kitaplar veriyorlar. Seyyit Kutub'un kitaplarını , Necip Fazıl'ın kitaplarını okuyor. Babamın fikirlerinde 180 derece dönüş oluyor. Daha sonra Elazığ'a tayin oluyor. Elazığ'ın kasabaları da dahil olmak üzere İlim-der derneğinin şubelerini açıyorlar.Milli Nizam Partisi'nin kuruluşunda ,Milli Selametin kuruluşunda çalışıyorlar. Üniversite öğrencilerine burslar organize ediyorlar. Çok önemli faaliyetler gerçekleştiriyorlar.Hatta burada yine bir olayını daha anlayacağım önemli çünkü. Necip Fazıl Kısakürek'i Elazığ' a ilk babam getiriyor. Kısakürek, konferans için çağrılıyor. Necip Fazıl'ı Diyarbakır havaalanından kendi arabasıyla alıyor ve Elazığ'da bulunan Erdem Oteline yerleştirtiriyor. O akşam konferans var. Konferansın düzenlendiği yer heykelin karşısındaki çiçek sinemasıydı sanırım. Açık büyük bir alanda tertip ediliyor. Konferansa ilgi çok büyük. Yüzlerce kişi konferans için toplanmış .Bu arada konferansın başlamasına üç ya da beş saat var. Babam Kısakürek'i odasına yerleştirdim dedi. tam oradan ayrılacakken üstad dediki Yükselciğim parayı hazırladınız mı? Babam şok olmuş tabi. Kısakürek parayı getirin yoksa çıkmam. Talep ettiği para şimdinin ne kadarıysa 3 bin,5 bin on bin. Babam şu an bende yok, ben memur adamım yarın arkadaşlardan hemen organize eder parayı toparlar size veririz .Ancak Kısakürek ısrarla parasını istiyor ve Yükselciğim parayı getirmezsen konferansa çıkmam diye diretiyormuş. Bu arada konferansın yapılacağı yer hınca hınc dolu. Babam devlet su işlerinde çalışan bir mühendis nereden bulsun parayı. Kısakürek'in istediği babamın altı aylık maaşı gibi bir para. Babam Okayların benzin istasyonuna gidiyor. Şimdi rahmetli olmuştur. Arkadaşı olan o abiye rica ediyor. Durumu anlatıyor, daha sonra vermek üzere onlardan borç alıyor. Sonrasında dernek olarak toplayacak ve götürüp verecekler. Parayı alıyor, getirip rahmetli Necip Fazıl üstada zarfın içerisinde veriyor. Necip Fazıl alıyor parayı koyuyor çantasına ve babamın omuzuna vurarak diyor ki 'ben bu davanın itiyim, beni besleyeceksiniz'..

Birazda siyasi hayatınızdan bahsedelim.

İş hayatıyla birlikte Refah Partisi'nde de görev yapıyorduk. Sürekli bu tip faaliyetlerin içerisindeydik.1994 yılında Refah Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazandı biliyorsunuz. Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyde belediye başkanımız oldu. O dönem liyakat sahibi kişilere teklifler geliyor ve kabul edenlere görevler veriliyordu .Ben de yine o dönemler dershane işletiyorum. Bana da teklif geldi. Ben de şu an işim var ama olabilir dedim. Ömer Dinçer isminibiliyorsunuzdur. AKP hükümetinde bakanlık yaptı. Ömer beyde o sıralar personel işlerine bakıyordu. Belediyeyi aldığımızın 2. yada 3.günüydü. Bana Yerebatan Sarnıcına git oranın müdürüsün dedi. Yerebatan Sarnıcının belediyeyle ne alakası olduğunu o an öğrendim. Gittik ve orada büyük bir hırsızlık ve yolsuzluk olayı olduğunu gördük. Diyeli sarnıcı günde 2 bin -3 bin turist ziyaret ediyor. Sahte bilet basarak günde yüz tane turist ziyaret etmiş gibi gösteriyorlar. Paralarda içerideki turist organizasyonu, rehberlerle bölüşüyor. Sarnıcın daha önceki müdürü olan Refik Lostar hatta kendisi Nurettin Sözen'in de iyi arkadaşıdır. kendisini savcılığa verdik bulamadık. O dönemlerde televizyon ve gazeteler çok çıkıyordum. Çünkü çok önemli bir olaydı. Bir anda sarnıcın geliri 20 katına 40 katına çıktı. Diğer yandan sarnıç rezalet bir görünümdeydi. Pis kokuyordu. Hem bakmamışlar ve hem de çalmışlardı. Belediyeyi de böyle kaybettiler zaten. Ben oradan 7-8 kamyon çamur çıkarttım. Geceleri de çalıştık. Orada 6-7 ay kadar çalıştık. Güzel lüks bir otomobilim var, çalışanlar benim memur olmadığımı anlıyorlar. Daha öncede söylediğim gibi ben memurluğu, bürokrasiyi hiç sevmedim. Tabiatımda yok. Kredi kartını verirdim, kimin ne ihtiyacı varsa giderirdi. Ben o paralara Allah'a şükür dokunmadım. Ve sonunda sarnıcı toparladık .Sarnıca bir sahne yaptım, balıklar koydum, güzel bir müzik ve ışıklandırmayla çehresini değiştirdim.

Daha bir ay öncesinde Bağdat Caddesin' de kapı kapı dolaşarak ,insanlara biz geleceğiz ve hırsızlığı, yolsuzluğu bitireceğiz diye sözler vermiştik. Bunu gerçekleştirdik. Ben o dönemde özellikle Fenerbahçe'den Bağdat Caddesi'nden sorumluydum. Şimdi bugünden o güne geriye bakıyorum. Sarnıcın gelirini artırdık ve herşeyiyle orayı güzelleştirdik ancak, bakıyorsunuz ki sosyetik bir ilişkisi olan partiyle ilişkisi olan biri geliyor orada kafeterya açacağım diyor.Oraya bir kafeterya açıldı. Bakış açılarını anlatmaya çalışıyorum. Koyun can derdinde kasap et derdinde. Bu arada tabi ki çay bahçesi, kafeterya açsınlar, para kazansınlar. Ancak bizim derdimiz belediye işçinin parasını ödesin,5 kuruş daha fazla kazansın. Ancak diğer arkadaş 4 tane daha fazla masaya çay koyup orayı işletmek. Beklentiler farklı oluyor. Bunlarda Türkiye'nin yaralarından bir tanesi. Türkiye bunlardan en zaman kurtulur bilmiyoruz.

Daha sonra Tayyip beyin yanına giderek Yerebatan Sarnıcı'ndaki görevimden ayrılmak için müsaade istedim. Hayır ayrılma dedi. Cemal Reşit Rey Konser salonuna git. Orada da yolsuzluklar olmuş dedi. Ben de Cemal Reşit Rey konser salonunun müdürü olarak görevimin başına geçtim. Bir sanatçıya 2 bin Euro ödeneceği yerde 20 bin Euro ödenmiş. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Bir piyanist getirmişler mesela Londra'dan çünkü daha sonrasında biz de getirmeye başladık. Peki gelen sanatçıyı kaç kişi izlemiş diyo bakıyoruz 12 tane bilet satıldığını görüyoruz. Cemal Reşit Rey konser salonunun ismi önceden İstanbul konser salonuydu. Sonradan ismi değişerek Cemal Reşit Rey oldu.Chp'li belediye başkanı Nurettin Sözen ismini değiştiriyor. Cemal Reşit Rey'de de güzel şeyler yaptık. Erkan Oğur, Arif Sağ gibi önemli müzik adamaları konserler verdi. Yurtdışından da batı müziği ir önemli isimlerini misafir ettik. Salonda öncesinde Türk müziği yasaktı. CHP yasaklamıştı. Yabancıyı getir orada para kazan yani söğüşle. Biz yabancı sanatçıları getirmeye başladıktan sonra inanın onlardan para kazanmaya başlanıldı. Biletler 2-3 ay öncesinden satılıyordu ve salon hıca hınç doluyordu. Tayyip bey hapse atılınca Cemal Reşit Rey Konser salonundaki görevimden ayrıldım. ünkü gerçekten keyfimiz, moralimiz kalmadı. O gün üzerimizden tank geçti sanki. Onu o gün cezaevinin kapısından koyarken ki anımız geliyor aklıma.Ben ne dedeme ne de babama o kadar ağladım. Neden? diyorsun cevabı yok.Bu adam çalışkan,gece 4'lerde kalkıp şantiyeleri kontrol ediyor,h alka verdiği sözleri yerine getiriyor,disiplinli.Niye hapse atıyorsun?Sonra yerine Ali Müfit Gürtuna'yı getirdiler.

3 çocuğum var. Tuğba, Namık ve Ahmet. Tuğba en büyükleri. Kızımız Toronto'da Üniversiteyi bitirdi. Grafik-Tasarım-Dizayn okudu.2 sene önce okulu bitirdi. Geçen yılda evlendi. Şu an İstanbul'da yaşıyor. Firmamızın katalog, sosyal medya, broşür, web sitesi işlerini Tuğba yapıyor. Namık Toronto'da Ryerson Üniversitende işletme okudu. O da işin başında. Kanada'daki işlerin başında Namık var. Tuğba ve Namık'ta çalışarak okudular.15-16 senedir işlerin içerisindeler. O günü şartlarında yaşları ne gerektiriyorsa o işleri yaptılar. Montajda yapmışlardır, depoda da çalışmışlardır, konteynerda boşaltmışlardır. Onlara bu büyük bir tecrübe kazandırdı. Küçük oğlum Ahmet yürüyemiyor. Onun sağlık problemleri var. Sürekli evde, sandalyede yani. Yeri gelmişken söyleyeyim. Ben hem Tuğba'yı hem de Namık'ı birer yıl Elazığ'a gönderdim. Namık ortaokul 3.sınıfta,Tuğba'da galiba lise 2.sınıf öğrencisiydi. Elazığ'da birer yıl kaldılar ve okula gittiler. Bunu yapmamdaki amaç Elazığ kültürünü, şivesini, hikayelerini, fıkralarını, misafir karşılamasını kısacası kültürümüze ait olan ne varsa tam olarak yerli yerince öğrensinler istedim. Yani birer yıl Elazığ'da gakkoşluk eğitimine gönderdim. Bu şekilde yapan var mı bilemiyorum. Biz kendimizi Almanya'ya giden işçi kardeşlerimiz gibi görmüyoruz. Biraz daha farklı bizim durumumuz. Biz hicret ettik öyle diyelim. Türkiye'de yaşadığımız sıkıntılardan dolayı geldik buralara. Ekmek ya da rızık kaygısıyla gelmedik. Çocuklarımı Elazığ' göndermem çok iyi oldu. Namık küçük yaşta gelmişti Kanada'ya ve Türkçesi bozuluyordu. Elazığ'a geldikten sonra tam bir Gakkoş oldu. Hatta ben ona bir çizelge vermiştim .O çizelgede yazılanları mutlaka yapmadan gelme diye. Mesela deden seni birkaç köy düğününe götürsün, bir cenazeye götürsün. Bunu büyük şehirlerde göremezler. Bir enstrüman çalmasını tembihledim. Benim içimde bir uktedir çünkü. Çünkü biz hep siyasi olaylarla büyüdük. Bu sebeple ilgilenemedik, yapamadık. Halayını, müziğini öğrenmesini istedim. Namık'ta saz çalmayı öğrendi. Toronto havaalanına indiğinde sazıda yanındaydı. Çok ilginçti, hem çalıyor hem de söylüyordu. Çok ilerletmedi ama olsun. Dediklerimizi harfiyen yaptı.

Elazığ'a ne kadar sıklıkla geliyorsunuz?

Bayramlarda denk getirip geliyoruz. Ziyaretlerimizi, görevlerimizi yapıyoruz. Eşimize, dostumuza, sosyal kuruluşlara da görevlerimizi yapıyoruz yapabildiğimiz ölçüde. Büyük zevk ve keyif alıyoruz. Sonra Sarahatun Camiinde bir bayram namazı kılmanın değeri milyonlarla ölçülemez. Onun keyfi hiçbir yerde yok. Öyle bir sabah namazı, bayram namazı başka yerde yok, o bambaşka...

Hatıralar, eskiler, büyüklerimiz...Elazığ hala bizim. Elazığ'ı çok seviyoruz...

29 Haz 2017 - 02:10 - Kültür-Sanat

Mahreç   Kültür-Sanat


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Günışığı Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Günışığı Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Günışığı Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Günışığı Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.