'Müzik tutkusu bende aile mirası'

Kültür Bakanlığı Sanatçısı Eda Karaytuğ, Elazığ’da başlayan profesyonel sanat hayatını günışığı’na anlattı.

RÖPORTAJ: GÖKÇE KARAGÖZ KAHRAMAN

Medet ya Sahibel İmdadİsmi sübhan virdin mi var bahçelerde yurdun mu var?Bencileyin derdin mi var garip garip ötme bülbülBilirim âşıksın güle gülün derdinden kim bileBahçedeki gonca güle dolaşıp söz atma bülbül... Bu dizeler seslendirilirken neredeyse nefes dahi almıyorduk. Çalıştığım kanalın stüdyosu o güzelim yürekten çıkan muhteşem bir sesle çınlıyordu. Yunus Emre’nin dizeleri seslendirilirken, ‘Bülbül Kasidesi’ni sanki ilk kez dinliyormuşuz hissine kapılmıştık. Ve o tarihlerde Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği korosu ses sanatçısı olan Eda Karaytuğ bir kez daha herkesi kendine hayran bırakmıştı. O günden sonra o yıllarda görev yapan Genel Yayın Yönetmenimiz Hasan Belhan dahil tüm çalışma arkadaşlarım Eda Karaytuğ’un fanatiği olmuştuk. Bir süre sonra ise İstanbul serüvenimin başlangıç noktasında bana desteklerin en anlamlısını verecekti. ’Ya Rab’ ile dinleyenlerini yeniden büyüleyecek olan Eda Karaytuğ ile geçmişten günümüze kısa bir yolculuk yaptık. Müzik tutkusu sizde nasıl oluştu? Sesinizi ilk kim keşfetti? -Öncelikle müzik tutkusunun bende aile mirası olduğunu söylemeliyim. Sesimi önce kendim keşfettim. 14 yaşlarındaydım. Şarkı söylemeye utanırdım. O günlerde sesimi gizli gizli kaydederdim. Adana’daki evimizin alt katında babamın ofisi vardı. Bu arada Adana’da doğdum. Bir gün ofisten kendi sesimin geldiğini duydum. Meğer abim kasetleri ofise götürmüş ve muhasebecimizin oğlu olan Kenan abi benim doldurduğum kasetleri dinliyormuş. Bir süre sonra Kenan abi bizim eve gelerek anneme ‘Bu kızın yeteneğini değerlendirelim dediğini hatırlıyorum. Ancak annem bu duruma pek sıcak bakmamıştı o yıllarda. Çünkü yaptığımız meşkler aile içinde yapılıyordu. Hafta sonları bütün aile bir araya gelir meşk ederdik. 98 yaşındaki babaannem bile şarkılara eşlik eder sırası gelince oda şarkı söylerdi. Hatta ‘Aile Seslerimiz’ diye bir CD’miz var. O dönemlerde bu işin profesyonel olarak yapılması düşünülemezdi. Kültür Bakanlığı sanatçısı olarak ilk görev yeriniz Elazığ. Bu anlamda Elazığ ilk göz ağrınız. O yıllara dönersek, geçen 6 yılı nasıl değerlendireceksiniz? -Evet ilk görev yerim Elazığ. İtiraf etmeliyim ki Elazığ ile aramda kuvvetli manevi bir bağ var. Her şeyin ilkini orada yaşadım. İlk görev yerim... İlk maaşım... İlk aileden ayrılışım... Tecrübelerimin, heyecanlarımın, hayata hazırlanışımın başlangıç noktasıydı. Çok güzel dostluklar, çok önemli anılar biriktirdim. Yüzlerce konser verdik. Turnelerimiz çok keyifliydi. Doyduğum yerdi ve dolayısıyla bana doğduğum yer gibi hissettiriyordu. Hatta bazı izleyenlerim beni Adanalı değil de Elazığlı zanneder... Elazığ’la ilgili aklıma gelen her şey beni heyecanlandırıp duygulandırmıştır hep. Elazığ’a olan gönül bağım ve sevgim hiçbir zaman bitmeyecek. Şu an İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu sanatçısı olarak görev yapıyorsunuz. Topluluğunuzdan bahsedebilir misiniz? Misyonunuz nedir? - Evet Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu sanatçısıyım. Kadromuz çok güzel. Misyonumuz geleneksel müziğimizi yaşatmak ve yaymak. Tüm konserlerimize büyük bir titizlikle hazırlanıyoruz. Biz nakış işler gibi, kuyumcu titizliğinde satır satır, ölçü ölçü çalışıyoruz eserleri. Konserlerimiz musiki severler tarafından ilgiyle izleniyor. Kendi adıma konuşmam gerekirse; Eda Karaytuğ olarak albümlerim de konserlerim de ilgi görüyor, seviliyor. Ben popüler olmak yerine icramla var olmayı seçenlerdenim. Konserlerime de ‘muhabbet’ diyorum. Yurt içi ve yurt dışında konserler veriyorsunuz. Nerelerde konserler verdiniz ve Türk müziğine olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz. -Evet sanat hayatım boyunca birçok şehirde musiki severlerle buluşma fırsatını yakaladım. Gördüğüm ilgi beni çok mutlu etti. Protokolde epeyce önemli bir yerim var. Çok önemli devlet adamlarına konserler verdim. Bu bana çok gurur veriyor mutlu ediyor ama ben müziğimi daha geniş kitlelerle paylaşmak istiyorum. Diğer yandan popüler sanatçıların geleneksel eserlerimizi seslendirmesine seviniyorum. Daha geniş kitleler özellikle gençler bu sayede bu eserlerden haberdar oluyor. Ancak Klasik Türk Müziği’nin bir üslubu, biçimi, vurgusu ve ritmi var. Özellikle başta TRT olmak üzere televizyon kanallarının bizim icralarımıza da yer vermesi lazım. Bugün bütün özel kanallar popüler kültüre hizmet ediyor. Maalesef TRT de buna ayak uydurdu biraz. Biz kültür merkezleriyle sınırlandık. Bizim için en büyük sıkıntı bu. Öte yandan Yedi Cihan Kadınları adında bir grubumuz var. Sahnede farklı dillerden ve kültürlerden şarkılar söylüyoruz. Anadolu’nun zenginliğini resmediyoruz sahnede. 'Gönülden' adlı bir albüm çalışmanız oldu ve şimdi ikinci albüm çıkmak üzere. İlk albümü dinleyen biri olarak 2.albümü merakla bekleyenlerdenim. Özellikle 'Ya rab' isimli duayı. -Evet ‘Gönülden’ ilk albümüm. Çok yakın zamanda yeni albümüm Doğan Müzik etiketiyle çıkıyor. Serbest form ve farklı dillerin de olduğu 12 şarkı hazırladım. Serbest formu, doğaçlamayı seviyorum. Bu beni özgür kılıyor. Adı daha belli değil. ‘Gönülden-2’ olabilir. Tek amacım şarkılarımı geniş kitlelerle buluşturmak. ’Ya Rab’ isimli şarkının(duanın)bende çok özel bir yeri oldu. Beni çok heyecanlandıran bir eser. Birçok kişi albümümdeki bu duayı merak ediyor. Çoğu kez ısrarları kıramayıp okuduğum oluyor. Geçen gün stüdyoda çalışırken çağırdılar. Türkan Şoray ‘Ya Rab’ duasını dinlemek istemiş. Apar topar gittim, okudum. Türkan Şoray Hanımefendi ellerime sarıldı “Bu nasıl bir şey?” diyerek. Dinleyen herkes çok etkileniyor. O halde 'Ya Rab' isimli duanın sizinle buluşma hikayesini dinleyelim. -Göksel Baktagir İstanbul’a geldiğimden beri birlikte çalıştığım, üzerimde çok emeği olan, çok değerli bir müzisyen. Bir akşam, “Edacım Lübnanlı sanatçı Nizar Fares benim saz eserime söz yazmış. Çok güzel olmuş” diyerek bana bir eser gönderdi. Sabahlara kadar dinledim. Sonra hemen Göksel’i arayıp “Ben bu şarkıyı albümümde okuyacağım” dedim. Sonrasında sözlerini en doğru şekilde anlayıp telaffuz edebilmek için, kalkıp Adana’daki Arap akrabalarımın yanına gittim. Orada bana bu eserin edebi değerinin çok yüksek olduğunu söylediler. Sözlerin anlamını öğrendiğimdeyse tam anlamıyla şok oldum. Benim Allah’a ettiğim bir duam vardır. “Allah’ım, Yaradan sensin. İyi kul nasıl olmalı en iyi sen bilirsin. İyi kulun nasıl olsun istiyorsan beni öyle şekillendir, bana o ruhu ver” derim. Güftede de diyor ki, “Ya Rab, sen çömlek mimarısın, bense elinde balçığım. Sen benden gözlerinin görmek istediği bir kap, bir ben yarat.” Gerçekten şok olmuştum. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Bu benim duamdı. İşte ben bu buluşmaya tevafuk diyorum.

19 Kas 2016 - 13:30 - Kültür-Sanat

Mahreç   Kültür-Sanat


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Günışığı Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Günışığı Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Günışığı Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Günışığı Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.