'Yaptığınız iş kadar kıymetlisiniz'

Elazığlı işadamı Tayfur Özkaynak ilesöyleşimizin son bölümünde, daha çok Türkiye ile Kanada arasındaki farkları konuştuk.18 yıldır Kanada'da yaşayan Özkaynak, yurtdışında yaşamanın zorluklarını ve kolaylıklarını bizlerle paylaştı.

Elazığlı iş adamı Tayfur Özkaynak ile söyleşimizin son bölümünde, daha çok Türkiye ile Kanada arasındaki farkları konuştuk.18 yıldır Kanada'da yaşayan Özkaynak, yurtdışında yaşamanın zorluklarını ve kolaylıklarını bizlerle paylaştı.

Mobilya sektöründe faaliyet gösteren Sohoconcept, yeni ve farklı projelerle dünyaya açılma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İş adamı Özkaynak'ın iş ve yaşam tecrübesi, yurtdışına açılmak isteyen birçok işadamına yol haritası olacak türden. Özkaynak ile söyleşimizin son bölümünde, ticaretten, başkanlık sistemine kadar birçok konuyu konuştuk.

​Birçok kişi yurtdışına çıkıp orada yeni bir hayat kurmanın hayalini kuruyor. Yurtdışında yaşamanın getirdiği kolaylıklar ve zorluklar nelerdir?

Türkiye'de belli dönemlerde insanların yurtdışına yerleşme isteğinin arttığını gözlemliyoruz. Seyahatlerimde karşılaştığım kişilerin birçoğu yurtdışına yerleşmek istediğini söylüyor. Bu durum, ülkedeki huzur ve ekonomik durumla ilgili....

Yaşadığımız ülkeyi tıpkı bir ev gibi düşünelim. Huzursuz bir ailede sıkıntılar baş göstermeye başlayınca çocukların evden uzaklaşması sonucu ortaya çıkar maalesef. İki cocugunuz arasında adaletsizlik yapın ve sonuçları izleyin… Bu da onun gibi bir şey…

Ailemle birlikte Türkiye'den Kanada'ya yerleşmeye karar verdiğimiz dönemde, ülkemizde hem ekonomik hem de sosyal problemler vardı. Bülent Ecevit'e yazar kasanın fırlatıldığı dönemlerdi. O dönemleri hatırlarsınız..

Hemen şunu açıklığa kavuşturmak isterim. Gelişmiş ülkelere göç etmiş insanlar, anavatanlarına göre elbette huzurlu bir yaşam sürdürebilirler. Ancak, istediği ve sevdiği işi yapabilirler mi? Yapamazlar mı? İşte bu tartışmaya açık bir konu. ​

Kanada’da ticaret yapmak kolay mı zor mu?

​Ben kesinlikle ticareti tavsiye ediyorum. Tabi ki şartlar uygun ise... Ama Türkiye'den gelenlerin genlerinde memurluk yani garantili iş, risk almamak var, bildiginiz gibi. İşte problem burada da devam ediyor. Bu yüzden Türkleri buralarda genellikle işçi olarak inşaatlarda, fabrikalarda görürsünüz. Koreli, Çin’den veya Rusya’dan gelen insanları inşaatlarda göremezsiniz. En kötüsü bir küçük ticaret ile başlar yeni hayatına, çiçekçi, kuru temizlemeci olur veya kendi kamyonunu alır şoförlük yapar. Yani bize Peygamberimizin önerdiğini onlar hakkıyla yapıyorlar. Çünkü ticaretin temeli cesarettir, risk almaktır.

​ ​

Türkiye’de mühendis ya da doktor olmuş bir kişi buraya geldiğinde aynı statüde iş bulamıyor. Üniversiteyi Türkiye'de bitirmiş, birkaç sene Türkiye'de çalışmış birinin başka bir ülkede aynı pozisyonlarda ve kendi alanında iş bulması çok ama çok zor. Bulanlar da çok nadir örnekler. Türkiye'den Kanada'ya gelen doktorlar var, neredeyse oradaki eğitimi kadar burada da eğitim almaları gerekiyor. Özellikle profesyonel ticaret yapmış, ticareti bilen, huzurlu ve emniyetli bir şekilde ticaret yapmak isteyenleri, buralarda ticaret yapmaya davet ediyorum. Bu arada ticaret yapmak isteyen kişilerin ailesiyle birlikte bahsi geçen ülkelerde yaşamak gibi bir zorunluluğuda yok. Bu tamamen kişilerin tercihi. Çünkü dünyamız artık global, hem yurtdışında hem de Türkiye'de ticaret yapılabilir. Ben son 10 yıldır diyebilirim ki 3-4 ülkede yaşıyorum. Bu mümkün. Hadis-i Şerif'te 'Kolaylaştırın, zorlaştırmayın' der, Peygamberimiz. Bu durumun sözde değil özde uygulamasını gelişmiş ülkelerde görürsünüz, zor kelimesine yer yoktur. İş yaşamında, sokakta, hastanede, postanede kısacası her yerde kolaylıklar görürsünüz. Temelinde adalet vardır çünkü.. Diğer yandan zorluklardan bahsetmem gerekirse, size diyebilirim ki, Kanada 'da çok kar yağar. Yılın son üç-dört ayı hep kar görürsünüz buralarda. Bu durum zorluk olarak görülebilir belki ve bu durumdan şikayetçi olabilirsiniz. Şimdi mevsimler biraz değişti, eski kışlar da pek yok. Bir diğer zorluk da Türkiye’mize uzak ve gidiş gelişler masraflı.. ​Aslında şunu söylemeye çalışıyorum. Kanada'da iş kurmak isteyen biri, işini doğru seçmişse, gerçekten çalışkan ve dürüst ise kesinlikle başarılı olur. ​Gelişmiş ülkelerde, terör, ekonomik çalkantılar, darbeler, döviz kurunda oynamalar, haksiz rekabet,torpil, adam kayirma,enflasyon vs gibi olumsuzluklarda söz konusu değildir.

Ancak, on yıl önce Amerika'da bir Mortgage krizi oldu ve özellikle belli eyaletler çok etkilendi. 20 ya da 30 yılda bir Amerika'da bu gibi ekonomik krizler oluyormuş. İşlerimiz ciddi yavaşladı, o dönem.Hatta kiraları bile ödeyemedik.

​Türkiye’de ticaret yapmakla Kanada’da ticaret yapmak arasında ne gibi farklar var?

Kanada'da iş kurduktan sonra da Türkiye'ye sıklıkla gidip geliyorum. 3 ayrı şehirde, İstanbul, İzmir ve Bursa’da üretim yapıyoruz. Keza Türkiye'de de uzun yıllar iş yaptım. Türkiye’deki iş yaşamı ile burayı mukayese edersek, çamurlu sahada futbol oynamakla, gerçek çim sahada futbol oynamak arasındaki fark gibi diyelim. ​Tabi bu mukayesem gercek ticaret yapan, risk alan esnaf için. 1994 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde çalıştığım dönemlerde, SHP'li Başkan Nurettin Sözen başkanligi zamaninda, İETT, belediye otobüslerinin, el tutunma askılarına 17 katı para ödemiş. Kime sattırmış? Genel müdür bey, eniştesine şirket kurdurmuş…

Enişte hiç terlemeden bir anda tüccar oluvermiş... Bu örnekleri çoğaltın. Biz şimdi o eniştesinin yapmış olduğu ticareti konuşmuyoruz. O başka bir şey. Biz ona ticaret demiyoruz zaten. O enişte Kanada’ya gelse reel ticaret yapamaz, aç kalır.Ben normal ticaret yapan, alnının teriyle rekabeti, üretimi ve muhataplarını bilen, ciddi anlamda ticaret ve üretim yapanlardan bahsediyorum. Türkiye ile mukayese edersek durum böyle. Özellikle üretim sektöründeki problemleri konuşmaya kalkarsak bitiremeyiz, kalifiye eleman bulamamak en büyük sorun...

Standart kelimesi ingilizce , galiba ondandir,bizde türkçe karsiliği olmadiği için hemen hiç bir konuda standart göremiyorsunuz maalesef. ​18 yıldır Kanada'dayım ve geldiğimiz günden bu yana kahve hala 2 dolar. Benzinin fiyatı aynı, hatta ucuzluyor...Diğer yandan söylemeden geçemeyeceğim,bu durum Ortadoğu'daki politik kargaşa ile orantili biraz ne yazik ki!

Diğer taraftan asgari ücret Kanada'ya geldiğimiz gün ne ise bugün de aynı. Saat ücreti 11 dolar. Bu rakam hiç değişmedi. Siz buralarda önünüzü görebilirsiniz. Hesaplarınızı, planlarınızı her şeyinizi ona göre yapabilirsiniz. Kendi işimden örnek vermem gerekirse, sattığımız ürünlerin fiyatları artmadı, aksine düştü.18 yil once 180 dolara sattığımız bir sandalyeyi, 110 dolara satıyoruz şimdi. Hem de kalitesi daha da artmış durumda.

Diğer taraftan ödemelerde bir sorun olmaz. Müşterilerimiz gününde ödeme yaparlar. Ancak, biz üç beş defa para kaybettik. Maalesef dolandırıldık. Bu kişilerden bir tanesi Türk. Brooklyn'de kafe işletiyor. 6-7 yıl önceydi. Bu kişi gelip restoranı için bizden ürünler aldı.Malları almaya geldiğinde, ilk defa tanıştık, ve benden namaz kılmak icin seccade sordu, namazını kıldı. Sonra 96 bin dolar tutarında ürün aldılar ve kamyona yüklenirken, paranın bir kısmını sonra ödeyebilir miyim? diye sordu. Kredi kartıyla ödeyecekti, bu şekilde konuşulmuştu. Buralarda çok yüksek kredi kartı limitleri var. Borcunun 40 binini ödedi, geri kalan 56 bin dolarına çek vermek istediğini söyledi. Kamyon kapıda ürünler yüklenmiş, ne yapacağımı şaşırdım. Hayır diyemedim. “Adam namazına dikkat ediyor, öder herhalde, diye düşündüm. Bizim elemanlarda, öder mutlaka, işleri çok iyi, dediler. Malları verdik, gitti. Ama sonra ödemedi. Aylarca adamın peşinden koştuk para falan alamadık.

​Ticari ahlak açısından da farklar var anladığım kadarıyla…

Kendi ülkemle kıyasladığımda gördüğüm farklardan biride şu: Yalanla hiç karşılaşmadım. Yalan yok buralarda. Ama maalesef biz de hayatın her alanında yalan var. Bu durum çocuklukta başlar ve hayatın her alanına yayılır. Memur müdürüne yalan söyler. Tüccar müşterisine yalan söyler. Çok acı ama durum bu.Taksiciye klimayi aç dediğinizde “abi klima çalışmıyor” deyip yalan söyler. Ankara'da çok ünlü bir mobilyacı var. Mağazayı gezmeye gittik. Bu firma bakanların, başbakanların evlerine mobilya satıyor. İtalyan markası diye satıyor ürünlerini. Mimar hanım gözümün içine baka baka yemin ediyor ve ürünlerimiz İtalyan diyor. Emin misiniz? dedim. Evet, dedi. Halbuki, yalan söylüyor. Malları Çin’den aldıklarını biliyorum, aynı fabrikadan bizde alıp Amerika’da satıyoruz çünkü.

​Kanada'da ticarete yeni başlayanlara devletin teşvikleri var mı?

Kanada'daki şirketimizin kuruluşunun ikinci yılında güzel işler yaptık, yüksek bir vergi çıktı. Yeni kurulmuş bir şirket için 60-70 bin dolar, hatrı sayılır bir meblağdı. Kanada havalimanından girdiğimde beni tebrik ettiler. O zamanlar henüz Kanada vatandaşı değildim. Göçmen kartım vardı. Bu olayın üzerinden bir iki ay geçti. Kanada devletinin 'BDC' isimli bir bankası var. BDC'den bizi aradılar. 'Siz yeni bir şirketsiniz, güzel işler yapmışsınız, biz size destek olabiliriz' diyerek, teklif sundular. Böyle bir şey aklımızın ucundan geçmemişti. Neredeyse sıfır faize yakın kredi teklif ettiler ve biz de 400 bin dolar aldık. Verilen krediyi 5 yıl içinde geri ödedik. Devletin yaklaşımı bu şekilde.İşinizi daha da geliştirip büyütün, istihdam sağlayın. Mesela devletimiz destek olmus 'Simit Sarayi' New york'da dükkan açmis.Güzel. Peki 3-4 yildir neden bir kaç şube daha açamadi? Ancak,Starbucks Türkiye'de ayda belki10 tane dükkan açiyor, Amerika devletinden destek mi var? Bu işlerin sırrını öğrenmemiz lazim.

Biraz da Kanada’nın sosyal hayatından bahseder misiniz?

Kanada'da hırsızlık yok diyebiliriz. Ne evlerde ne işyerlerinde. Kapınızı açık bırakın ve gidin. Biz kaç kez evin kapısını açık unutup gittik. Döndüğümüzde hiçbir şey olmamıştı. Her şey yerli yerindeydi. Mesela, iş yerinin önünde arabaların kapılarını hiç kapatmam. Kahve almaya giderim, yine arabamın kapısı açıktır, kapatmayız. Yalnız bazen komik şeylerde olmuyor değil.Geçenlerde New York’taki evimde dalgınlıkla 4. değil, 3. kata basmışım, kapıyı açtım ev başkasının evi. Sonra hemen hızlıca uzaklaştım oradan.

Diğer taraftan ''homeless'' (evsiz ) insanlar trafik ışıklarının bulunduğu yerlerde dilenirler ve boynundaki asılı kartonda ise, ' Evet vereceğiniz parayla alkol alacağim, bunun için yardim istiyorum' yazar... Siz düşünün artık.Yalan yok...

Ben biraz mütevazılık konusuna da girmek istiyorum. Kültürümüzde,

dinimizde yeri olan çok önemli bir konudur. Ancak, uygulaması biraz faklı. Bir meslek dalında belli bir seviyeye gelmiş kişiler, imam, muhtar, belediyede zabıta müdürü olsun vs… Genellikle hemen havaya girer.

Çünkü o kişi bulunduğu konuma, genellikle liyakati ile gelmemistir.. Yani birilerinin omuzuna çıkarak geldi, belki de bedeller ödeyerek geldi. Genellemek istemem elbette ama örnekleri çok siz de etrafınızda görürsünüz. Bir bakarsınız o kişinin şekli şemâli ruh hali değişir. Mütevazılık laftadır. Hatta şeklen mütevazı görünür ama hiç mütevazı değildir. Özellikle iş adamları, geldiği yere hep zorluklarla geldiğini anlatır, hiç kolaylıklarını anlatmaz. Maalesef böyle bir durum var bizim ülkemizde. Bu konuda Kanada'daki insanları gözlemliyorum, tam tersi bir durum olduğuna şahit oluyorum. Bu anlamda buralarda mütevazılığı sadece iş yaşamında değil, her yerde görürsünüz. Cumhurbaşkanımızın bugünlerde vurguladığı metal yorgunluğu, bunu anlatıyor.

Gelişmiş ülkelerde devletin başındaki kişi böyle şeylerden bahsetme gereği duymaz, hatta yine Sn. Erdogan ilk başbakan olduğu zamanlarda sürekli devletteki hantal, uyuşuk memurlara, bürokrasiye uyarılarda bulunduğunu hatırlıyorum, “Bizim hızımıza yetişeceksiniz, bizimle birlikte koşacaksınız.” diyordu…

Ama ne yazık ki bu hantal yapı hala düzelmiş değil.. Herkes garantili, rahat iş istiyor. En büyük adaletsizlik ise kamuda çalisan gizli işsizler.. Merkeze alinmiş valilerden tutunda, belediyedeki bankamatik memurlarına kadar… ​

Gelişmiş ülkelerde beğendiğim başka bir uygulama ise,çocuklara küçük yaşta iş öğretilmesi. Mahallede çocuklara gazete sattırırlar. Maddi durumu iyi olan aileler bunu yapar üstelik. Örneğin; Eski Başkan Obama’nin kızı McDonald’s' ta kasiyer olarak çalıştı. Biz de durum farklı, çocuk 30 yaşına gelir, hâlâ ana-baba sırtına hırka verir, 'aman evladım üşütme' diye. Diğer yandan baba bir adamını bulacak da devlette bir işe sokacak diye beklenir. Karayollarında mühendis olacak ya da memur olarak oralarda da rahat ve garantili bir işi olacak. Sonra iş yerinde gazete okuyacak, internete girecek, maçları takip edecek, at yarışlarına bakacak. Hatta bir çok memurun bankamatikten maaşı çekip işe gitmediğini biliyoruz.

Başka bir tespitimi daha paylaşmak isterim. Kanada’da ya da gelişmiş diğer ülkelerde ,insanların tipiyle, milliyetiyle, şekliyle, şişmanlığıyla, burnuyla, alay edilmez. Küçüklüğümden beri hatırlarım. İnsanların arkasından alay edilirdi. Lakaplar takılır, şişko, topal, kör, sağır vs… denirdi. ​Benim ön adım Niyazi. Ben kendi ülkemde ön adımı kullanamadım. İlkokul yıllarımda Niyazi dediğim zaman ''Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi’ deyip gülerlerdi. Halbuki Niyazi çok güzel bir isim. Allah'a yalvaran demek. Diğer isimlerde de bu durum görülebiliyor. Atma Recep! İnek Şaban, Gaddar Davut… İnsanlar bu alaycı tavırlardan dolayı çocuklarına başka isimler

koymaya başladı. Buralar da bizdeki karşılığı müslim ve müslime olan isimler koyarlar. Christine ya da Christ isimlerini görebilirsiniz. Jacob yani Yakup ya da Nuh gibi peygamber isimleri kullanılır.

Önyargı yok dedik. Arabanıza, giyiminize, kuşamınıza bakılıpta muamele yapılmaz. ​Kanada’da Amerika gibi özgürlükler ülkesi mi? Kanada ve Amerika ikiside özgürlükler açısından dünya sıralamasında ilk 10 içinde. Ancak ben Kanada'nın daha sosyal bir devlet ve daha özgür bir ülke olduğunu söylemek isterim. Kanada’da kültür ve din farklılıkları en büyük zenginliğimiz denilir. Devletin felsefesi budur. Devlet adamlarının konuşmalarının temelinde hep bu vardır. Kültürü, dini, dili farklı olan onca insanı barış içinde yaşatmanın, gerçekten, tek bir temel dayanağı vardır, o da adalet. Kanada'nın çok sağlam bir adalet yapısı var. Laçka bir yapısı yok. O ağanın, bu paşanın tanıdığı denilerek ayrıcalık yapılmaz. ​Türkiye’ye geldiğimde çok şaşırtıcı bir şekilde, yollarda, köprülerde belediye başkanlarinin resimleri asılıydı. Sürekli kutlamalar, tebrikler vs.. Pankartlar asılı, çok çirkin bir görüntü...

Bu reklam niye yapılıyor? Afişe bakınca haliyle önce afişteki kişi dikkatinizi çekiyor, sonra ne olmuş diye okumaya başlıyorsunuz. Gercekten n’olmuş? 19 Mayıs’ı, Kadir Gecesini, Kutlu Doğumu fırsat bilmiş bizim başkan. Olay, kutlamadan ziyade kendi reklamını yapmak. Bir sonraki seçimde 'ben yine varım' mesajı veriliyor. Vatandaşın parasıyla kendi fotoğrafını 5 metre asıyor. Bu adalet mi..? ​Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz. O paralarla fotoğraflarını basıp ne hakla bunu yapıyorsun. Öyle değil mi? Ben Toronto belediye başkanının yüzünü, tipini şeklini bilmiyorum beni de çok ilgilendirmiyor, sadece yapılan hizmetlere bakıp 4 yılda bir gidip seçimimi yapıyorum. ​ Kanada’da seçilmiş yöneticilerin fotoğraflarınıda her yerde göremezsiniz, sadece devlet başkanının resimlerini bazı devlet kurumlarında görebilirsiniz.Aynı zamanda başkanın değil, yardımcısı ve o eyaletin seçilmiş valisiyle birlikte 3 kişinin resmi birarada yer alır. Büyüklükleri de standarttır, 40 cm geçmez. Başkanin fotoğrafı daha büyük ebatlarda değildir.Dünyada hiçbir yerde göremezsiniz, sadece dikta Arap ülkelerinde, devlet başkanının veya kralın resimleri vardır. Ürdün,Mısır,Arabistan,Dubai ve Tunus'a gittim hep devlet başkanlarinin resimleri... İnanın ki mide bulandirici ,halbuki heykelin,resmin islamda da yeri yok ama malasef islam yok islam ülkelerinde. ​ Çok merak ediyorum, bütün belediye veya devlet kurumlarının yaptığı reklamların maliyeti ne kadar? Bu reklamlar sosyal medyada yapılamaz mı? Gönderin adamın avucundaki akıllı telefonuna, bakarsın kaç kişi senin kutlaman ile ilgilenmiş, seni beğenmiş vs...

Başka bir durumu söyleyeyim, bizde merkezden atama sistemi vardır.

Öğretmen, polis kaymakam tayin edilir. Toronto'da ise; bir okul, öğretmen ilanı verir, aynen şirket gibidir. İyi fizik öğretiyorsa gider o okulda fizik öğretir. Kontratı bir yıllıktır, başarılıysa devam eder, değilse bir yıl sonra kontratı iptal edilir. Polisi de o şehrin emniyet müdürlüğü ilan vererek işe alır. Polis işe alındığında ömür boyu çalisacak diye bir durum söz konusu değildir. Belli zamanlarda testler yapılır.Örneğin;kilo almıştır ve koşamiyordur.Bu durumda işine son verilir.

Mesela Edirneli 27 yaşında bir genci Karakoçan’a kaymakam olarak tayin ediyorsunuz. Kasabada iki başlı bir yönetim var.Belediye başkanı ve kaymakam. Birini halk seçmiş, diğeri Ankara’dan tayin edilmiş bir memur. Böyle bir yönetim şekli yok gelişmiş ülkelerde…

Tabi ki belli başlı kurallarda yok değil...Örneğin; günümüz için konuşursak Kanada’da kliseye ya da camiye 2 km mesafede alkollü yerler yoktur. Bakkal ve marketlerde içki satılmaz. Bir park alanında içki, sigara kullanamazsınız. Bu konuda kurallar katıdır ve nettir. Evinizin ön bahçesinde, yola bakan kısmında, içki içemezsiniz, arka bahçenizde içebilirsiniz.

Bir diğer fark şu: Ülkemizde maalesef standart yok. Sosyal yaşamdan, trafiğe, eğitimden, üretime kadar, hemen hiçbir alanda standart yok diyorum. ​Ama yeri gelmişken şunuda belirtmeden geçemeyeceğim. Bizim ülkemizde olan fedakarlık, kibarlık, hürmet, yardımlaşma hiçbir yerde yok. Dünyayı gezin böyle şeylerle bizim ülkemizdeki gibi karşılaşamazsınız. Soma'daki maden faciasından yaralı kurtulan madenci kardeşimizin ambulansa bindirilirken hemşireye; "Çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin.’' sözlerini hatırlarsınız. Bu sözler unutulabilir mi? Ben kendimden örnek vereyim.1999 depremi olduğu gün ortağımla birlikte Yalova'ya gitmiştik. Düşünün biz vakıf değiliz, dernek değiliz..

Para yardim edip evimizde çocuklarımızla kalabilirdik. İstanbul'da da deprem riski devam ediyordu. Ancak ben ve ortağım, çocuklarımızı ailemizi bırakarak üç gün boyunca ceset kokularının arasında depremzedelere yardım götürdük. Kamyonumuzu marketlerden aldığımız gıdalarla doldurup, oradaki ihtiyaç sahiplerine dağıttık. Bunu sadece kendi adıma söylemiyorum, genel anlamda yardımseverliğimiz tartışılmaz. Ayrica şahidiz, hiçbir parti lideri henüz deprem bölgelerine gelmemişken, Tayyip bey o bölgelere ziyaretler yapiyordu. Hapisten çikmiştı ve başkan falanda değildi.. ​İsraf, gösteriş, sonradan görme dediğimiz lüks düşkünü tipler çok var maalesef.Gelişmiş ülkelerde, çok daha mütevazı yaşamlar vardır. Yaptığınız iş kadar kıymetlisiniz. Paranızın çokluğu değil, insanlığın hayrına katkınız kadar değerlisiniz… ​Steve Jobes'a bakın ne kadar mütevazı biriydi. Giydiği kıyafet bir kot, bir pantolon, bir tişört... Sizce Jobes daha farklı giyinemez miydi? 500 bin dolarlık saat takamaz mıydı? Jobes tüm dünyaya yaptığı iş ile gösterdi kendini. Bakın iPhone telefonlar bütün dünyada herkesin cebinde. ​Bilmem anlatabiliyor muyum? Yine yaşadığım ülkede şunu görüyorum, yaptığınız iş ile ölçülüyorsunuz. Dinimizde de böyle değil midir? 'İki günü eşit olan ziyandadır ‘der. Amaç servetinize servet katmak, ev,arsa edinmek değil.Kolay para yığmak, değil…Yaptığınız iş ne? Ne ürettiniz? Kaç kisiye iş verdiniz? İnsanlık için ne yaptınız? Bilim adına ne yaptınız? Bugün dünden farklı ne söylüyorsunuz?

​Türkiye’den bakınca Amerika renkli, canli bir yaşam gibi görünüyor…

Türkiye'de iken Amerika'da yaşayan insanların bir elinin yağda bir elinin balda olduğunu zannederdik. Diskolarda, barlarda, plajlarda, kumarhanelerde olduklarını ve sürekli eğlendiklerini sanırdık. Ancak burada yaşamaya başladıktan sonra, iş adamından tutunda, belediye başkanına, doktor, avukat ya da başka mesleklerde olan insanların ne kadar ciddi çalıştıklarını gördüm. Zamanı ne kadar verimli kullandıklarına şahit oldum. Sabah 6' da herkes yollardadir...

Bu arada anlatmaya çalıştığım onca kıyaslama ile ilgili bir açıklama yapmak isterim. Ben gelişmiş ülkelerle Türkiye arasında kıyaslama yaparken,bu ülkelerin iç yapısını konuşuyorum. Dış politikalarına hiç girmiyorum. Bu iki şey karıştırılmasın lütfen. Dış politika apayrı bir başlık. O bizim konumuzun dışında bir durum. Ben sosyal hayattan, iş yaşamından bahsediyorum.

Bir diğer konuya gelecek olursak, alışveriş merkezleri, yani AVM'ler akşam 7'de veya 8'de kapanır. Pazar günü bazı yerlerde AVM'ler tamamen kapalıdır.Cumartesi akşam 6'da kapanır.Bunun anlamı şudur: Cumartesi herkes alışverişini yapsın, Pazar günü de temizlenin, kliseye gidin, dinlenin, spor yapın…

Türkiye’de AVM'lerin yedi gün gece 10'a 11’e kadar açık olmasının zararları çok. Dikkatimi çeken başka bir konuda şu: Türk televizyonlarında yayınlanan televizyon dizileri neredeyse 2 saati buluyor. Ertesi gün insanlar işyerinde o dizilerin kritiğini yapıyorlar. Dizilerin kalitesi insanımızın bilgisini, kültürünü artıracak cinsten değil. Yurtdışında diziler 20-30 dakika, yani zaman israfı minimum, dini program adı altında dansözlü, kedicikler, gayri ahlaki TV programları yok, bunlara nasıl izin veriliyor anlamak mümkün değil…

Bütün bu kıyaslamaları yaparken şunu da belirtmeliyim. Elbette kendi ülkeme çok şey borçluyum. Ülkemi çok seviyorum. Orada doğup büyüdüm. Aklımız hep orada. Eskiden Türkiye'de iken Kızılay'a hiç yardım etmezdik.

Hatırlayın, Yalova depreminde Kızılay, depremzede vatandaşa bir kefeni 7,5 milyona , bir tabutu da 40 milyona satıyordu. Hatırladıkça içim ürperiyor, korkunç bir şey…

Başbakan Ecevit, yurtdışından gelen deprem yardımları ile memurların maaşını ödedik demişti. Ancak şu an durum ne kadar farklı, 2-3 milyon Suriyeli mazlum ülkemizde misafir. Bu anlamda ülkemle gurur duyuyorum. Allah'a hamd ediyorum..Bu durum ayrıca bir vatandaş olarak güven hissi veriyor bana. Gönül rahatlığıyla Kızılay'a yardım edebiliyorum artık..Diğer yardım kuruluşlarına çok güvenemiyorum açıkcası. Bakıyorsunuz bir yardim kurulusunun basında aynı zat 30 yıldır görev yapıyor, anlamak mümkün degil..

Diğer yandan ülkemizde yakın zamanda anayasa değişikliğiyle ilgili referanduma gidildi. Referandum sonucunu ve başkanlık sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Amerika'daki başkanlık sistemini ele alarak cevaplayabilir misiniz? Referandum sonuçları öncelikle ülkemiz için hayırlı olsun. Bu bir bakıma devrim niteliğindedir. Türkiye'nin siyasi tarihine ve gelişimine bakınca gerçekten bir devrim niteliğinde olmakla birlikle içerik olarak eksiklikler olduğu düşüncesindeyim. ​Amerika'daki ya da Kanada'daki başkanlık sistemini ele alalım. Onlarda müthiş bir denge ve denetleme sistemi var. Bu sistemi öyle güzel oturtmuşlar ki, devletin gücünün suistimal edilmesini engelleyen en etkili mekanizmayı kurmuşlar. Başkanların çok yetkileri var ama CIA,FBI,NASA ya da Merkez Bankası gibi büyük kurumların başındaki yürütme erkini başkan seçiyor ancak, meclis onaylarsa onlar atanmış sayılıyor. Amerika'da 4 yıl için başkan seçiliyor. Bunun yanında da ara yoklamalar oluyor. Sandalye sayıları düşüyor. Bakıyorsunuz başkanın gücü azalmış, işler iyi gitmiyor...İşte size bir denetleme mekanizması.Buna “CHECK AND BALANCE” deniyor, yani kontrol ve denge sistemi ...

'White House'un anlamı ‘Beyaz ev’. Türkçe'ye 'Beyaz Saray' olarak çevrilmiş. Amerika’da saray demekten kaçınırlar. Başkanin ailesiyle birlikte yaşadığı bir ev aslında. Başkan ve ailesinin yediği yemekten, kullandıkları diş macununa kadar bütün masrafları maaşlarından karşılanır. Herhangi bir protokol durumu bu olayın dışında elbette.

Diğer yandan yapılan referanduma yeniden dönersek, 18 maddeye ilave olarak en azından şu dar bölge seçimi, siyasi parti kanunu ile alakalı, Amerika'daki sisteme biraz olsun uygun hale getirilmeye çalışılsa hiç fena olmazdı diyorum. ​Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı birleştirildi bu anlamda Amerika'ya benziyor. Bir tane başkan var bu çok güzel. Ancak Türkiye'deki gibi, bir şehirde hem belediye başkanı hem de vali yok. Örneğin; New York'ta bir tane başkan var.. Milli eğitimde ondan soruluyor, poliste, temizlikte, trafikte… Düşünün, Edirneli siyasal mezunu bir genç Çayeli’ne kaymakam olarak atanıyor. Seçilmis Çayeli Belediye Başkanı olan kişi de o topraklarda doğmuş, okumuş, yaşamış.

Kısacası o yörenin her şeyine vakıf biri. Yörenin her türlü sorununu biliyor. Yörenin kanalizasyonundan, çöpüne her türlü hizmetiyle ilgilenen birine siz diyorsunuz ki; bu şehrin yöneticisi sen değilsin! Sen seçilmis bir hizmetçisin... Asıl yönetici Ankara’dan tayinle gelecek ve seçilmiş başkanın amiri olacak.Bu iki başlılık neden giderilmedi. 2023'lerden bahsediyoruz.Artık zamanı geldiğini düşünüyorum.

Seçilmiş başkanın amiri Vali… İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde görevli olduğum dönemlerdi, özel kalem müdürünün odasındaydım. Tayyip Bey o yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı ve o gün Romanya'ya belediyeler birliği toplantısına gidecekti. Uçağın kalkmasına 2-3 saat var. Ömer Bey tedirgin, sürekli valiliğin özel kalemini arıyor. O dönemin valisi Erol Çakır. 28 Şubat dönemiydi. Belediye başkanının yurtdışına çıkışını onaylayan evrakı fax etmesi gerekiyor ancak,geciktiriyordu. Yani vali bey izin vermez ise milletin seçtiği başkan, ülke dışına çıkamıyordu.Sanırım sistem hala öyle. İki başlılık var…

A dil mi bu? Yerinden yönetim olmadıkça sorunlar çözülemeyecek. Kanada, Amerika, İngiltere gibi ülkelerde bir şehirde, bir beldede bir tane yönetici vardır.

Diğer bir konu ise dar bölge sistemi. Milletvekillerinin gerçekten milletin vekili, milli iradenin, halkin seçtiği kişiler olması gerektiğini düşünüyorum. Ankara'da yapılan listelerle olmamalı, itiş kakışlar veya yoklama falan deniliyor. Ne yoklamasi? Bu işin tek bir adı vardır: Seçim! Adaletli olan, adil secimlerdir.

Yine size Kanada'dan örnek vereyim. 14 ya da 15 yaşında Somali'den Kanada'ya göç etmiş müslüman bir ailenin çocuğu okuyup avukat oldu. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı, Ontario eyaletinde bir bölge olan Scarborough'da yaşıyor. Bu genç arkadaş siyasete atılmak istedi.

Basamak basamak parlamenterliğe giden yolda ilerledi ve seçime girmeye hak kazandı ve seçildi. Şu an bu genç, Kanada hükümetinde Göçmenlik Bakanı. ​Yani hala neden insanlarımıza güvenmiyoruz. Vergi ödüyor, askerlik yapiyor... Bunlar kutsal, güzel görevler. Yönetime katılmaya gelince farklı, seçmeye gelince durum farklı. “Ben Ankara’dan seçip senin önüne koyarım, sen git oyunu kullan... Türkiye'mizde halkin bilgisi, kültürü çok hızla değişti ve gelişti. Niye vekillerini seçemiyorlar? Ancak hemen şunuda belirtmeliyim. Suistimallerin olmaması için sistemin buradakinin aynısı, hatta daha iyisi olması lazım. Aksi takdirde 2023'te değişen hiçbir şey olmayacak...

​Kanada’da çok uluslu olduğu gibi farklı dinlerden insanları da barındırıyor. Dini hayat nasıl? ​Bunu özellikle anlatmak isterim. Kanada’da medeni hukukta kendi hukukunuzu seçebilirsiniz. “Museviyim ve musevi dini hukukuna göre eşimden boşanmak istiyorum. Mirasımı bu kanunlara göre bölüştürmek istiyorum.” diyebilirsiniz. Onlarda size “gidin haham veya her kim ise yetkili mercilerce mahkeme olun ve kararı bize getirin.” der. Aynı şey müslümanlar içinde geçerli.

Her kesimin medeni hukuku, kültürü ve dini ayrı olduğundan bu yöntem uygulanmaktadır. Tabi ki ticaret, adi suçlar ya da trafikte yaşanan olumsuz bir durumda Kanada devletinin resmi kanunlarına tabi olursunuz.

Barış ve adalet üzerinden gerçek anlamda huzurla yaşamanın mümkün olduğunu, samimi ve dürüst bir şekilde ticaret yapıldığında da önünün açıldığını müşahede ettik bu ülkede. Osmanlı'yı hatırlayalım. Klise, Havra, Cami yan yana. Kimse kimsenin diline, dinine, ırkına, giyimine, kuşamına karışmıyordu. Bu özellik Kanada’da devam ediyor. ​Yine çok dikkatimi çeken bir farklılıkta şu: Amerikada ya da Kanada’da herkes ait olduğu, kiliseye, sinagoga veya camiye aylık aidat öder. İbadet yerlerinin elektrik ve su bedelini oraya ibadete giden, üye insanlar ödüyor.Devletin kasasından ödenmiyor. Şaka yapmıyorum, kazancının %1015’ni ödüyor insanlar kiliseye. Yani bizde zekat oranı %2,5...Diğer dinlere göre çok düşük. ​Musevilerde %25 olduğunu biliyorum.Biz aile olarak 3 camiye düzenli olarak aidat ödüyoruz. Yıllık çeklerimizi veririz, makbuzlarımızı alırız.Bunlardan bir tanesi Bosna Camii diğerleri Türk camileri. Diyelim ki siz vefat ettiniz, eğer bir yere aidat ödememişseniz, sizin cenazenizi kaldırmazlar. Ne kadar adil değil mi?

Buradan farklı anlam çıkmasın, fakir ve düşkün insanlara kliseler, camiler vakıflar yardım ediyor fazlasıyla. Onların cenaze işlemleri de hakkıyla yapılır, ben eli iş tutan çalışan üreten insanlardan bahsediyorum. Ödediğiniz aidatları yıl sonunda devlete vereceğiniz kişisel vergilerden de masraf olarak düşebilirsiniz. ​Bir düşünün, ben müslümanım Kanada devleti benden aldığı vergiler ile kilisedeki papazın maaşını veya ölen bir Musevinin defin işlemlerini , ölü yıkamada kullanılan suyun parasını bana ödetiyor.Buna adalet denir mi? Türkiye’mizde bir zamanlar en çok vergiyi genelev patronları öderdi. Manukyan’a devletimiz plaket,ödül verdi.Bu çok ağır bir olay.

Kiliseler aylık veya haftalık, gazete dergi yayınlar... Ayinlerinde okunacak hutbenin içeriğini öncesinde yayımlar. Varsa hasta olan kişilerin isimlerini, durumlarını kısaca haber yaparlar, evlenenler, doğumlar veya vefatlar gibi cemiyet ile ilgili programları anlatan broşürler yayımlanır.Veya sosyal media yolu ile yayınlanır. Kiliselerde çocuk bakım odaları, sınıflar, toplantı yerleri vardır.Ayrıca yurt içi ve yurt dışı seyahatlar tertiplenir.

​Kiliselerde “Bağış Günleri” yapılır. Hayal edin, bizdeki her caminin bu şekilde ciddi yönetimi olsa...

Her caminin kendi yardim kuruluşu olsa. Yapılacak çok işimiz var. Oralar ile bizi kıyaslayınca bazen ümidim kayboluyor, bizim göremeyeceğimiz kesin...

Belki torunlarımız inşallah… ​Bizim ülkemizde memur imamlar namaz kıldırıp dua ettiği için, mahalledeki cemaati çok ciddiye almaz.Niye alsın ki? Hani derler ya, “Maaşımı sen mi veriyorsun!'' diye. Ben bir dönem Kanada’dan Türkiye'ye geldiğimde hep Sultanahmet civarındaki otellerde kalırdım.Yatsı ve sabah namazlarını Sultanahmet Camii’nde kılabilmek için... Gündüz fabrikaya gidiyordum. Birkaç sabah neredeyse güneş doğarken sabah namazını kıldık. Namaz sonrası, camii imamına dedim ki, ‘Namaz tehlikeye giriyor, hocam.” O da bana “Ne yapayım valla evim Ataköy’de ancak yetişebiliyorum'' dedi. Buradan yine ısrarla demeliyiz ki, adalet, barış,huzur ve gerçek hayat için, ille de yerinden yönetim... ​

Bakalım şanlı tarihimizde nasıl yapmış atalarımız?Nasıl yönetmiş? Adalet, barış ve huzur nasıl en üst seviyeye çıkmış? Kanada belki çok uzak bize,kendi tarihimizi biraz araştırsak keşke… ​Biliyorsunuz bakmakla görmek arasında fark vardır. Çin, bu anlamda çok iyi bir örnek.Batıyı o kadar güzel izleyip kopyaladılar ki, hatta daha güzelini yaptılar. Guangzhou Tianhe denilen bölge bana göre bütün özellikleriyle New York, Manhattan şehrinin ötesine geçmiş durumda.

Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?

Çok mesafe alindi tabi ki... Bir olay anlatayim, 1977 yillari ...Babam Elazığ Azot Sanayi müdürüydü. Ecevit’in iktidara geldiği günün haftasıydı.Sivrice CHP ilçe başkanı ve adamları bizim kaldığımız lojmanı yani evi kurşunladılar. Taciz ediyorlar, istifa et iktidar değişti, diyorlar. Tabi adam iktidar partisinin ilçe başkanı, ne kaymakam, ne polis... Hepsi görmezden gelmişlerdi. Babamın evde ruhsatlı silahı vardı.Bir gün evde babamlar yoktu. Üç küçük kardeşim benimle birlikteydi, bende o günlerde üst kattan iki şarjör boşaltmıştım 13-14 yaşındaydım. Bir hayal edin… ​Biliyorsunuz İsmet İnönü zamanında, parti başkanları aynı zamanda valiymiş. Şu an öyle olmasa da bu sisteme gerek olmadığını düşünüyorum. Köhnemiş bu sistemi devam ettirirseniz suistimaller başlıyor.

Bir başka örnek; Amerika'da ya da Kanada’da her ilde veya ilçede parti teşkilat binası yok. Bizde gidin Palu’ya, devlet binaları var, bir de parti teşkilat binaları var. Düşünün o parti binalarının hepsi devletin-milletin kesesinden besleniyor... Kim var orada? Belki bir çaycı bulursunuz.. Seçimden seçime yaşanan bir hareketlilik var sadece. ​Lüzumsuz köhnemiş bir sistem. Parti başkanı protokolde neredeyse vali ya da belediye başkanı gibi. Hatta Ankara ile yakın ilişkileri varsa onlarında üstündedir. Belediye başkanının kulağını çekebilir, valiye uyarilarda bulunabilir…

​Özellikle 20-25 yıl öncesini hatırlıyorum, Refah Partisi, yönetim kurulu üyesiydim o zaman. Tayyip Bey’in belediye başkanı olduğu dönemi düşünüyorum, bizim en çok yoğun olarak çalıştığımız dönemlerdi. Dershane, okul işletmeciliği yapıyordum.O işlerin arasında zamanımızın çoğunu parti çalışmalarına ayırıyorduk.

Apartman apartman gezerdik. Fenerbahçe, Göztepe, Bağdat caddesinden sorumluydum. Caddebostan’dan başlardık. Kapı kapı dolaşırdık. Sn.Recep Tayyip Erdoğan başkanımızı tanıtan kasetler dağıtıyorduk. Güzel bir tanıtım kasetiydi. Broşürler, çiçekler... Bizi apartmanlardan, balkonlardan terliklerle kovalıyorlar, gericiler, diye arkamızdan bağıranlar, aşağılayanlar, süpürge, domates atanlar, su dökenler oluyordu. ​O dönemlerde iletişim teknolojisi günümüzdeki gibi gelişmiş değildi. Şimdi bunlara gerek yok. Herkes avucunun içindeki akilli telefonlardan, partinin genel başkanını dinliyor ya da izliyor. Ya da başkan anında mesaj gönderiyor. Balon, afiş ya da başkanların fotoğraflarını asmaya gerek yok. Her ilçede ya da vilayette mitingler yapmaya gerek yok. Politikacı çıkar programını detaylıca anlatır.. Koca Amerika'da 6-7 bölgede miting yapılır.Çoğu kapali alanda olur...

Bu mitinglerde gövde gösterisi yaparlar ve durum bununla sınırlıdır. Onun dışında liderler televizyonda karşılıklı oturup programlarını tartışırlar. Bu durum eskiden de vardi bizde.. Sonuçta beni yönetecek insanları bir kaç programda görmek, bütün adaylar ile birlikte dinlemek, değerlendirmek isterim…

Yine Amerika ve Türkiye karşılaştırması yaparken parti liderleri konusuna değinmek isterim. Amerika'da sevilen bir lider ikinci kez seçilir. Ancak, 2. dönemin sonunda gerçekten gider. 3.dönem seçilmesi mümkün değildir. Hatta Obama'dan sonra Hillary gelecek denildi. İkinci bir Clinton dönemi denildi ama olmadı, biliyorsunuz. Bence kazanamamasının bir nedenide bu diye düşünüyorum. Tamam fazla oy aldı, sistem değişik biraz ama bu durumunda etkili olduğu kanaatindeyim, bir hanedan gibi olmasını halk benimsemedi.

Ayrica başkanlar bilgili ,dünyayı tanıyan, tecrübeli kişiler ise başkanlığı bıraktıktan sonraki süreçte de ilgi görürler. İnsanlar onların deneyim ve birikimlerinden faydalanmak ister. Başkan Jimmy Carter öyle biriydi ,entelektüeldi.. Keza Clinton ve Obama'da aynı seviyede diyebiliriz. Kısa bir süre önce Obama, Amerikan başkanlarının içerisinde verdiği konferanslarda en yüksek rakamı aldı. 400 bin dolar gibi bir rakamdı bu. Sadece 2 saatlik bir konferans için bu ücret ödendi. Bunlar reel şeyler. Obama'nın tekrar başkan olma ihtimali olmamasına rağmen insanlar onun bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak için konferansa giriş biletine kişi başı 2 bin-3 bin dolar para ödediler. Sonuçda hiçbir lidere , “kurtarici” veya “vazgeçilmez” diye bakilmiyor,bizi hep sen yönet denilmiyor. Ancak, bilgisinden ve tecrübesinden ölene kadar yararlaniyorlar…

​Ben gecen yıl Keban’a gitmiştim, Oğlum Namik’ı gezdirmek için, Keban’ın küçük çarşısinda gezerken bir bakkal dükkanında, oturmuş bir genç kitap okuyor. ilgimi çekti, girdik tanıştık sohbet ettik. Üniversite mezunuymuş, henüz iş bulamamış, babasına yardim ediyormuş.Ben laf arasında dedim ki, ''Bak Recep kardeşim, benim bir kaç tandığım var al benim kartımı, telefonum burada yazıyor, ben sana yardımcı olmaya çalışayım, sen güzel ahlaklı aklılı bir gençsin'' dedim. Recep bana ne cevap verdi biliyor musunuz? 53 yaşındayım böyle bir cevap duymamıştım. Tayfur Abi “Ben torpil istemiyorum, başkasının hakkına girmek istemem.” dedi. Sanki üzerimden dozer geçti.. Hazreti Ömer adaleti bu galiba dedim…

Bunlara ilave olarak söylemek istediğim, bahsi geçen ülkelerle Türkiye'yi mukayese ettiğimde en büyük eksikliklerden biride, reel üretimin çok geride olması.Turizm, inşaat elbette önemli ancak bizim dünyaya bir şeyler üretip satmamız lazım. Kastettiğim fındık, fıstık, kayısı değil. Don vurdu, kayısı mahsülü gitti o sene…Ne olacak o zaman? Diğer yandan dışarıdan gelen 5 bin tane iPhone 500 konteyner kayısı değerinde. Yapılacak çok işler var. Biz motor ya da makine yapamadık. Hala motor,makina üretimi yok Türkiye’mizde, bu durum içler acısı, maalesef. Bizim üretimden başka bir çaremiz yok. Bizde petrol de yok zaten. Petrol yok ama petrol zengini müslüman ülkelerin varlıklı insanlarına pekala ülkemizde yaşama fırsatı verebilirdik.. Bunu özellikle Kanada çok güzel yapıyor, varlıklı insanlar gelip çocuklarını okutuyor.Babalar kendi ülkelerinde işlerini yine devam ettiriyor. ​

Çevre ve şehir açısından kıyaslama yaparsak neler aktarırsınız?

Kanada, dünyanın değisik yerlerinden gelen insanlara huzur, barış güvenli ve temiz çevre sunuyor.Ne yazık ki bizi atalarımızdan devir aldığımız şehirlerin dokusunu, güzel mimarilerini bile koruyamadık, çirkinleştirdik, özellikle şehriyar İstanbul şehrimizi “şehribeton” yaptık.. Dünyada böyle bir beton çöplüğü yok… Ne yazık ki biz yaptık. İnsanın yüreği sızlıyor. Şehirlerde sokaklarda dolaştığımda sadece gördüğüm çirkin mimari, kötü çevre şartları degil...Yalanı,iltiması,adaletsizliği,haksızlığı,görüyorum… ​Hiç unutmam Dolmabahçe Sarayı'nın arkasına hançer gibi saplanan ‘Gök Kafes’ binası yapıldığında Sn. Recep Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Beyoğlu Belediyesi'nden alınıp Beşiktaş Belediyesi'ne devredildi. Mesut Yilmaz başbakandı, bakanlar kurulu kararı ile ilçe sınırı değiştirildi bir gecede…Örnekler çok... Eğer Osmanlı dönemindeki şehir yapısını incelerseniz, adaleti, ahlakı, bilgiyi kültürü, çevreye ve insana saygıyı ve zerafeti görebilirsiniz.Ben Erenköy’deki ahşap evleri konakları çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’de öyle bir evde yaşıyordu.

Gelin bakin Kanada’da mezarliklar şehirlerin içindedir.Hem ölümü hatirlar insanlar, hemde şehirlerin içindeki ciddi yeşil alanlardir. İstanbul'daki Karacaahmet Mezarlığı gibi... Yani siz akşam iş çıkışı evinize dönerken, babaniza ya da dedenize her gün fatiha okuyacasiniz sonra eve varacaksiniz. İstanbul'da mezarliklar nerelere yapiliyor bilmiyorum. ​Ne yaptık, şehr-i-emaneti? Şehirler bizim evlerimiz. Evlerimizi rezil ettik, toz duman, pislik ve bir o kadar çirkin…

San Fransisco’ya gelin bir gezin, Osmanlı evlerini ve mimarisini görürsünüz.. Oraları imar edenler kimler biliyor musunuz? Ülkemizi terk eden Ermeniler. Gidip yapmışlar. Bir örnek vereyim, bizim 'Peradesign' adıyla mağazamızın inşaatı aşamasında, eskiden kalma çürümüş, kötü olan çimenleri kaldırıp yerine yapay çim sipariş ettik, ki Amerika’da bazı yerlerde kullanılıyor. Belediyeden müfettiş, geldi ve kaldırttı.Gerçek çim olacak dedi. 10 bin dolara yakin zararımız oldu. Bunun bir yolu yok mu? diye sorduk. Dediler ki,Belediye meclisine başvuracaksınız, görüşülecek, kabul edilirse yapay çim koyabilirsiniz.Ayrıca bütün şehirde bu kural sizin sayenizde değişebilir. Tabi ki uğraşmadık, bekleyemezdik. Açılış tarihimiz çok yaklaşmıştı. ​Bunların yanı sıra Türkiye'yi eski dönemlere göre mukayese ettiğimde ise güzel gelişmeler olduğunu da görüyorum. 20 yıl önce mafya liderleri, bakanlardan, ilim adamlarından, profesörlerden daha çok itibar görüyordu. O dönemki medyada mafya liderinin katıldığı düğünleri ya da cenazeleri gazete haberlerinde birinci sayfadan okurduk. Yani resmileştirilmişti.

Güzel gelişmeler olmasına rağmen yeterli değil. Bütün problem sistemde.Bugün gelişmiş ülkelerin sistemlerine bakıp örnek alabiliriz. Şunu söylemek isterim. Türkiye'de hayal ettiğim gibi bir ülke olsun. Bir barış ve İslam beldesi olsun. Barış nasıl sağlanacaksa öyle sağlansın. Kanada birçok anlamda barış ülkesi. Geçenlerde Kanada Başkanı Truoudo'nun sahilde spor yaptığı görüntülere şahit olmuşsunuzdur. Ottowa'da gençlerle karşılaşıyor, koruması da yok bu arada. Başkan koşusunu yaparken gençlerlede konuşup şakalaşıyor. Hayal ettiğim ülkede vali, başbakan ya da o ülkenin tanınmış zenginleri halkın arasına girip parkta yürüsün, camiye gitsin. Koruma olmadan gelsin camiye. ​Biz toplum olarak bir aileyiz. Benden korkuyorsan, benden çekiniyorsan, benim yanıma 10 tane koruma ile geliyorsan, bir problem var demektir. Tabi ki problemler yok değil. Bu durumun da farkındayım ancak, ülkemizde, şehirleri yönetenler, iş adamları, zenginler, tanınmış kişiler birlikte tiyatroya, sinemaya, camiye gidebilsinler istiyorum. Bunun şartları nasıl sağlanacak ona kafa yormalıyız. ​ ​

Sohoconcept olarak gelecekle ilgili yeni projeleriniz var mı?

Sohoconcept olarak yeni projelerimiz var. Hong Kong'da yeni bir şirket kurduk. Şu anda biliyorsunuz sadece Kuzey Amerika’da satış yapıyoruz. Otellere, restoranlara, ticaret yapan yerlere veya evlere satışlarımız devam ediyor. Ürünlerimizi kendimiz tasarlıyor, üretiyor ve satıyoruz. Hong Kong'da kurduğumuz şirketle birlikte sadece Kuzey Amerika'ya değil, tüm dünya ülkelerine ürünlerimizi satmayı planlıyoruz. Hedefimiz şu an için bu. Çin'de büyük bir depo açıyoruz. Burada kısmen üretimde olacak. Showroomlar olacak ve orada fuarlara katılacağız. Hong Kong'daki firmamızın adı ise Ay ışığı anlamına gelen ‘MoonLight’. Ürünlerimizi ilk etapta Hong Kong'dan bütün dünyaya satabileceğiz. Büyük projeler için Çin'de bize üretim yapan 5-6 tane fabrika var. Bu fabrikalarda üretim yapıp ürünleri depoluyoruz ve direkt müşteriye kendimiz gönderiyoruz. Bunun çalışmalarını yapıyoruz ve yoğun olarak şu sıralar bu işlerle ilgileniyorum. Son olarak şunu sormak isterim.Yoğun bir iş temponuz olduğunu tahmin ediyorum. Çok seyahat ediyorsunuzdur muhtemelen. İş yoğunluğundan fırsat bulup kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Hobileriniz var mı? Gerçekten çok seyahat ediyorum. Uzun uçuşlarda New York-İstanbul, İstanbul-Guangzhou, Pekin-Hong Kong -İtalya gibi… Daha önceki uçuşlarda karşılaştığım hosteslerle başka seferlerde yeniden karşılaşıyorum. Beni hemen hatırlıyorlar. Ciddi bir seyahat programım var. Avrupa'da fuarlar oluyor ve o fuarlara katılıyorum. Amerika içinde çok seyahatlerim oluyor. Seyahat etmekten memnunum, şikayetçi değilim. Hamdolsun sağlığımız şimdilik yerinde. Bu arada hemen belirteyim ilginçtir, uçak seyahatlerimde daha verimli düşünüp güzel işler çıkarıyorum. Birinci sırada uçaklar, ikinci olarak kafeler geliyor. Sessiz sakin yerleri tercih ediyorum. Bir köşeye çekilip çalışıyorum. Son olarak şunları söylemek isterim.Sağlığımız sıhhatimiz yerinde dedik bu işin başı elbette.Rabbime hamd ediyorum sürekli..Tabi ki hepimize Allah sağlık sıhhat versin, birde huzurlu bir aile nasip etsin.Ben eşim Seda Hanım’a çok duacıyım, bütün bu hayat yolculuğunda bana maddi manevi destek oldu. Ben söyleşimizi şu sözlerimle bitirmek isterim. 20 yıla yakın bir süredir mobilya sektörünün içindeyim. Her yıl 100 binlerce mobilya satıyoruz. Değişik sandalyeler koltuklar tasarlıyoruz.. Ancak benim 18 yaşındaki, küçük oğlum Ahmet o sandalyelerin ve sofaların hiçbirine oturamıyor. Onun bir tane sandalyesi var, oda tekerlekli..! Hayat böyle bir şey. Buda yanlış anlaşılmasın şikayet anlamında söylemiyorum bunu. Bizim için

çok değerli bir fırsat olduğunun şuurundayız, bu imtihanı hakkıyla verip görevi bitireceğiz Allah’ın izniyle...

21 Eyl 2017 - 17:49 - Kültür-Sanat

Mahreç   Kültür-Sanat


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Günışığı Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Günışığı Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Günışığı Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Günışığı Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.

01

Ertek - S A Mükemmel bir sohbet. Çok değerli tecrübe ve nasihat ihtiva ediyor. İnşaAllah bu sohbetten herkes istifade eder

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 21 Eylül 17:49