ÂR DAMARI ÇATLAMAK, HAYÂ PERDESİ YIRTILMAK

Âr/hayâ kelimesi sözlükte;“hicab, utanma, çekinme, s ıkılma , ahlak, namus, edep, kınama, onur kırıcı tutum ve davranış ” vb. anlamlara gelmektedir. Âr ve hayâ kelimesi de Türkçe’de biribirinin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.

Terim olarak da; “nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terketmesi, kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terkedilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı, insanın Allah’a olan sevgi ve saygısından dolayı kötülüklerden ve ahlak dışı şeylerden kaçınması” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de hayâ kelimesinin türevleri geçmektedir. Kasas suresinin 25. ayetinde Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin Hz. Mûsâ’nın yanına utanarak gelip konuştuğu;

Ahzâb suresinin 53. ayetinde ise, bazı Müslümanların Resûl-i Ekrem’i uygunsuz zamanlarda rahatsız ettikleri, fakat onun hayâsından dolayı bu rahatsızlığını ifade etmeye utandığı belirtilmektedir.

A‘râf sûresinin 26. ayetinde geçen “libâsü’t-takvâ” sözü de hemen bütün müfessirlerce insanın yaratılıştan sahip olduğu, onun ruhunu bezeyip ahlâkını koruyan hayâ şeklinde yorumlanmıştır.

Hadislerde de ise;

“Hayânın bütünüyle hayır” olduğu ve “hayânın sadece iyilik getirdiği” ifade edilmektedir. (Müsned, V, 426, 427; Müslim, Îmân, 61; Buhârî, “Edeb”, 77; Müslim, Îmân, 60)

Üstün bir hayâ duygusu taşıyan, çocukluğunda, gençliğinde ve yetişkinliğinde yani hayatı boyunca güzel ahlakın bir yansıması ve hayâ duygusu konusunda ümmetine en güzel örnek olan Peygamberin eşsiz hayâsını ashabı şöyle anlatır:

“Peygamber, evinde edebiyle oturan genç bir kızdan daha hayâlı idi.” (Buhârî, Edeb, 72, VII, 96; Müslim, Fedâil, 67. II, 1809.)

Peygamberimiz, hayâ timsali olan Hz. Osman’a özel bir değer vermiş, kendisini ziyarete gelen Ebû Bekir ve Ömer’i rahat bir vaziyette karşıladığı halde Hz. Osman geldiğinde hemen derlenip toparlanmış, bunun sebebi sorulduğunda ise; “meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” buyurmuştur. (Müsned, I, 71; VI, 62, 155, 288; Müslim, Feẓâʾilü’s-Saḥâbe, 26)

“Hayâ imandandır” (Buhârî, Îmân, 16; Edeb, 77; Müslim, Îmân, 57-59) hadisi tüm İslam âleminde bir özdeyiş haline gelmiştir. “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslam’ın ahlâkı da hayâdır” (İbn Mâce, Zühd, 17; el-Muvaṭṭaʾ, Ḥüsnü’l-ḫulḳ, 9) hadisi ile hayâ, Müslümanların en belirleyici ahlâkî özelliği ve ölçüsü olmuştur.

“Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin” (Buhârî, Enbiyâʾ, 54, Edeb, 78; Ebû Dâvûd, Edeb, 6) hadisi ile de “âr damarının çatlayacağını, hayâ perdesinin de yırtılacağını” belirtmiştir.

“Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde;

Ne çirkin yüzler örtermiş, meğer o incecik perde. ” (M. A. Ersoy)

Âr/hayâ; Allah’tan, insanlardan ve bir de insanın kendi kişiliğinden utanmasıdır, hayâ etmesidir.

Allah’a karşı hayâ; O’nun emir ve yasaklarına uymakla olur. İnsanlara karşı hayâ; onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçınmakla olur. Kişinin kendine karşı hayâsı ise; edepli olması, utanması demektir

İnsanlardaki iyilik alâmeti âr/hayâ, kötülük alâmetleri de ârsızlık/hayâsızlıktır. Âr/hayâdan mahrum olmuş insanı artık kötülükten alıkoyacak, haramdan uzaklaştıracak bir engel kalmamış olup bu kişi dilediğini yapar, istediği gibi yaşar.

Türkçemizde kullanılan “âr damarı çatlamak, hayâ perdesi yırtılmak” deyimi de; “utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz olmak. Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak. Utanmaz, utanılacak şeyleri rahatlıkla yapmak” anlamlarına gelmektedir.

İnsanın tüm iş, davranış ve eylemlerini herhangi bir sınırlamayla bağlı görmeyip onları olanca çıplaklığı ile sergileyen kimsenin âr damarı çatlamış, hayâ perdesi yırtılmıştır.

İnsanın en güzel süsü, utancından dolayı, yüzünün kızarmasıdır. Âr/hayâ yani utanma duygusu herkeste güzeldir. Ama kadında daha da güzeldir. Çünkü bir kadının en değerli ziyneti, utanma duygusudur. Utanma duygusunu kaybeden kadın kadınlık ziynetini tümüyle kaybetmiştir!

Utanma duygusu, sadece insanlara mahsus bir duygudur. Diğer varlıklarda utanma duygusu yoktur. İnsandaki utanma duygusu da imandandır. Dolayısıyla âr damarı çatlayan ve hayâ perdesi yırtılan insan, manevî hayatını kaybeder ve maneviyattan yoksun bir canlı hâline gelir.

Âr/hayâ damarının insanın alnında olduğu söylense de bu damarın yeri bilinmiyor. Herkesin buluştuğu tek ortak nokta, bu damarın hayvanlarda değil sadece insanlarda bulunuyor olmasıdır.

Özel yaşam kişiye aittir denilse de, kişilerde âr damarının çatlamasını, hayâ perdesinin yırtılmasını kabul demeyiz. Tıp ne kadar ilerlerse ilerlesin âr /hayâ damarındaki çatlağı tedavi edemez. Âr/hayâ damarı fay hattı gibidir, bir kez çatlamaya/yırtılmaya görsün, artık o çatlağı/yırtığı durduramazsınız.

İnsan, onursuz ve haysiyetsiz bir yapıya sahip ise nihayet bir gün o damar çatlar, perde yırtılır. Âr damarı çatladı mı, hayâ perdesi yırtıldı mı insan insanlıktan çıkar, utanmaktan uzaklaşır ve yüzü hiç kızarmaz olur. İnsanı kötülüğe götüren fren artık boşalmıştır. Böyle birisinin yapamayacağı kötülük yoktur.

Yeri gelir, kendini satar, yeri gelir, vatanını satar.

Onun için âr damarı çatlayanlara, hayâ perdesi yırtılanlara karşı Anadolu insanı, âr /hayâ edip susmak zorunda kalsa bile, âr damarı çatlayan, hayâ perdesi yırtılan ârsızları/hayâsızları asla affetmemişlerdir.

Tedavisi pek mümkün olmayan bu rahatsızlığın bir tek panzehiri vardır. Bu panzehir “utançtır, yüzünün kızarmasıdır.” Kişinin Allah’tan, insanlardan ve kendinden utanmasıdır. Çatlayan âr damarları, yırtılan hayâ perdeleri sadece pişmanlık iğnesiyle yeniden dikilebilir.

Allah’a inanmayan bir ateistin daha sonra iyi bir Müslüman olabileceğine, bir sarhoşun içkiyi bırakabileceğine, yine bir kumarbazın kumarı terk edebileceğine, bir yalancının, bir sahtekârın tövbe edebileceğine, gaddar ve merhametsiz birinin belirli bir dönemden sonra merhamet sahibi olabileceğine inanılır.

Ancak çatlayan bir âr damarının, yırtılan bir hayâ perdesinin yeniden dikiş tutabileceğine inanmak çok zordur.

Yaşadığımız bu toplumda en büyük tehlike, İslam coğrafyasının içerisinde yüzdüğü en büyük bataklık; hayâsızlık, terbiyesizlik ve müstehcenliktir.

Özellikle de yaz mevsimini bahane ederek, bu ülkenin caddeleri ve sokakları bugün “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz”, âr damarı çatlamış, hayâ perdesi yırtılmışlardan yeteri kadar nasibini almış durumdadır.

Hayâsızlıklarıyla caddelere, sokaklara dökülenler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Allah'a, Resulüne ve İslam'a karşı savaş açmış durumdadırlar.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Süleyman Yapıcı - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Günışığı Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Günışığı Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Günışığı Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Günışığı Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.

02

yalnız kurt - EYVALLAH ÜSTAD YÜREĞİNİZE SAĞLIK...TESBİT VE TEDAVİ METODLARINIZ TAM YERİNDE OLMUŞ...ALLAH BU REZALETE GÖZ YUMANLARA DA HESABINI SORACAKTIR ELBET,YANİ SUÇLU OLAN SADECE ARSIZLAR DEĞİLDİR GALİBA...

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 09 Haziran 14:02
01

Muharrem ünal - Günümüzün en büyük salgın hastalığı,

İmansızlık,Hayasızlık,

Edebsizlik,İffetsizlik dır.

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 09 Haziran 14:02


Anket İstikrar Değişim Hizmet Elazığlılar Siz seçime nasıl gideceksiniz?
Tüm anketler